
İnsan en kompleks organizmaların başında gelmektedir. Gelişen dünyamızda her gün insana dair yeni bir sır çözülürken, her çözülen sırrın arkasından yüzlerce yeni sır ve bilinmezlik ortaya çıkmaktadır. Öğrendikçe, çözdükçe ilmimiz mi artıyor, yoksa cehlimiz mi bilemiyorum.
Geçen yüzyıl insanı bedenden, varlığı da maddeden ibaret gördü. Çünkü en somut elle tutalan gözle görülen bunlardı. İnsanoğlunun kadim geçmişi geride kalmıştı. Gerçektende maddi alem ve insan bedeni üzerinde çok ileri gidilen bilgiler toplanmıştı.
İnsanoğlunun yeni inancı bilimdi. Pozitivizm, materyalizm, aydınlanma felsefesi ve daha birçok “izm” bize geçen yüz yıl boyu bunları anlattı. Çok büyük ve muhteşem tapınaklar oluşturdu. Kendince yeni ayinler düzenledi. Büyük laboratuarlar, işletmeler, eğlence ve alışveriş merkezleri, üniversiteler ve hastaneler yaptı. Bu merkezlerde yeni teknolojiler üretti, insan hayatına giren, yön veren… İnsanları şehir merkezlerine topladı, üst üste yığdı. Çelikten kuleler yaptı, insana organ nakletti, aya gitti, görüntüyü sesi ışık hızında taşıdı daha neler…
Fakat insanoğlunu bunlar doyurmadı, tatmin etmedi. Hep içerisinde bir yer acı çekti, pişmanlıklar peşini bırakmadı, her şeyi vardı ama hep boşluktaydı. Bütün bunlar ölümü öldüremedi, ruhunu tatmin etmedi, vicdanını susturamadı, gönlü mutmain olmadı. Sükunetle dünyaya göz kapamaya yetmedi.
Bilimin öncülüğünü yapan batı, bu boşluklarında peşine düştü. İnsanı anlamak ve insana saygı duymak, inanç ve farklılıklara hayat hakkı tanımanın erdemini anladı, kendi sosyal yaşamında… Fakat bizim gibi taklidini yapanlar yeni yönelimleri anlayamadı. Yüz yıl önce elimize sıkıştırılanlara sıkı sıkı sarıldı. Şark pratikliği ve kurnazlığı da buna eklenince anlaşılmaz bir zihniyet dünyası ortaya çıktı.
Öyle ki bir çok pozitivist kurumun içerisine inançlar giremez oldu, din bir afyondu ve dinsel olanın sosyal yaşam ve müesseselerde yeri yoktu. Örneğin hastanelerde insan hem ölmekte hem de doğmakta… hem ölüm ve hem de doğum bilimsel olmaktan öte dinseldi. Ama bu doğum ve ölüm kurumlarında dinin yeri yoktu. Bir zaman çok ünlü özel bir hastanede “prayer room” sorduğumda “yerleri olmadığını”, beş yıldızlı bir otelde sorduğumda “uluslar arası oldukları için bulundurmadıklarını” söylemişlerdi. Şimdi hastanelere yasal zorunluluk getirildiği için ibadet yeri açılmış olsa da zihinler hala eski materyalist felsefeye göre çalışmaya devam etmekte...
Bilinci açık veya kapalı bir çok hasta bizim hastanelerimizin yoğun bakımlarında, enfeksiyon bahanesi öne sürülerek, (istenirse tedbir alınabilir ki -film seyredenler veya gidip görenler biliyor- batı hastanelerinde mümkün) yalnız kalmaktadır. Bilinci açık olduğunda sevdiklerini görmeden, belki vasiyetini söyleyemeden, bilinci kapalıyken bile sevdiklerinin varlığını yakınlığını hissetmeden yalnız, kimsesiz ve Kuransız ölmektedir. Halbuki hastanın dini teselli alma hakkı, saygı ve şefkat görme hakkı, onurla ölme hakkı olmasına rağmen, hem de inancımıza göre ölmekte olanın ruhunu rahatlatmak ve ölümü kolaylaştırmak, imanı hatırlatmak için kelime-i şahadet getirmek ve Kuran okumak gerektiği halde….
Lütfen; yoğun bakımlarda insanlar kimsesiz ve Kuransız ölmesin.
(Not: Bu yazı ilk Gazete Sağlık Web sitesinde 04.03.2015 tarihinde yayınlanmıştır.)